Sanat
çevresiyle ilişki kuran, etkilenen ve
değişen organik bir yapıdır. Bertolth Brecht’in dediği gibi, sanat gerçeği yansıtmanın ötesinde, gerçeğe
bizzat kendi şeklini veren bir çekiçse eğer; Sanatsal ürünlerin toplumla
olan ilişkileri uzun ve karmaşık bir yol demektir. Bu yaklaşımla anlarız ki
sanat ortaya koyduğu öz şeklini yine bulunduğu çevresinden edinmiştir. İlk
bakışta sanatın ilericiliğini reddediyormuş gibi görünen bu düşünce aslında
geniş bağlamda ilericiliği bağımsız münferit aksiyonlar olarak kabul etmeyip
topyekûn bir hareket olduğunu ifade etmektedir. Sanatsal ürün, çok boyutlu
zaman içinde, imgelemi kendine bir yol kabul ederek hareket eder. Yolculuğu
sırasında, bulunduğu zaman diliminin birikimlerini, korkularını, kaygılarını,
acılarını ve hazlarını kullanarak, kalıcı ve ya geçici yeni değerler
kazanabilir. Yeni değerler kazanma özelliğini en çokta nesnelerin algı
üzerindeki etikleri, nesneyle ilişki kuran birey tarafındaki faktörler
nedeniyle değişiklik sergilemesinden dolayı görsel sanatlarda gözlemleriz.
Van
Kalesinin 6 km. güneyinde, Tilki tepe höyüğünde, prehistorik dönemden kalma bir
mağara oyması, bir Selçuklu komutanı için; tehlikeleri haber veren ilahi bir
işaret anlamına gelirken, turla gezmeye gelmiş bir turist için çağlar öncesinin
romantizmi hakkında bilgi veren bir oyma sanatıdır. Höyük içinde en çok dikkat
çeken bölümler resimlerin ve oymaların olduğu yerlerin aksine, çıkarılmış ve
silinmiş bölümlerin olduğu boş yerledir.
Sanatın uzun ve karmaşık yolculuğunun
dönemlerinden birisi olan ‘boşluk’, yirminci asırda tanımlanmasından sonra
yeniden fark edilmiştir. İlerleyen dönem içinde boşluğun kendisi bir sanat
eseri olarak kabul görmüş ve pozitif anlamları hatırlanmış yenileri
eklenmiştir.
Sanat eseri
olarak boşluğunda toplumla ilişkisi, boşluğu anlama ve adlandırma çalışmaları
içinden her geçen gün yeni değerler kazanmaktadır. Sanat eserlerinin uzun ve
karmaşık yolu içinde boşluk bir yolculuk dönemi midir yoksa kendisi de bir eser
midir sorusunun cevabı sanatla ilişki kuran bireyin dönemi ve birikimine göre
değişebilir. Bu günü merkez kabul ettiğimiz bir anlamlandırma dairesi içinden
boşluk bir sanat eserdir.
Varlık
kavramı ve nesne insan ilişkileri bebeklik döneminin 8. ay civarlarında başlar.
Bebekler gördükleri ve alıştıkları nesneleri takip ederler ve arama eğilimine
girerler. Diğer bir yandan nesnelerin fiziksel varlığına olan alışkanlık
duyarsızlığa yol açar. Nesne kaybolduğunda nesneyi arama ve ya varlığını devam
ettirme eğilimi insanın bebeklik döneminde başlar ve devam eder. Yaşadığımız
sokakta bir bina, yıkıldığında ortaya çıkan boşluk binanın varlığına alışmış
insanları tedirgin eder. Varlığı devam ettirmeye çalışmak ve hayal kurmak ortak
bir eğilimdir. Sanat eseri olarak kabul ettiğimiz boşluğun etkisi, yerle olan ilişkisindeki
nesne sürekliliği eğilimiyle sınırlı değildir tabi ki. Ancak duygusal tetik
açsından nesnel devamlılık isteği boşluğun kendi başına bir sanat eseri olma
yolculuğunun başı kabul edilebilir.
Çalınınca
Mona Lisa tablosundan artakalan boşluk sosyolojik ve psikolojik açıdan tetik
olmuştur. Örneğin; Daha önce tabloyu
fark etmemiş insanlar merak tetiği ile yeniden duyarlılık kazanıp çalınan
tablonun aslı olduğu yeri görmeye başlamışladır. Kendilerinin fark etmediği ama çalınacak
kadar değerli olan nedir sorusu müzede tablonun duvardaki izini bir sanat
eserine dönüştürmüştür? Duvardaki boşluk, ziyaretçilerin ve olayı duyanların
hayal dünyalarında kurguları tetiklemiştir.
Bu aşama bir
sanat eseri olarak boşluk üretilir mi yoksa var olan boşluk dönüştürülerek
kullanılır mı sorusu ilk defa 12.yy da sorulmaya başlanmıştır. Boşluğu bir
sanat eseri olarak üretebilmek için bir nesnenin varlığını sonlandırmak yahut
yerini değiştirmenin dışında başka yöntemlerde denenmiştir. Özellikle
gerçeküstü sanat akımında leke dengesi içinde anormal karışıklıklar veya üç
boyutlu olarak kurgulanmış doluluklar içinde devamlılığa ters boşluklarda
yaratılmıştır. Bu sayede zıttı ile var olan nesnelere dikkat çekilmiş daha
yakından izlenmeleri sağlanmıştır. Edward Hopper 1961 yılında bir konferansta ‘Resimle ilgili bildiklerimi ve baskı altına
alan şoven öğretileri unutabilip yeniden başlayacak olsaydım sadece boşluğu
çizmeye çalışırdım. Çünkü ideoloji gibi dar bir açıdan evreni anlamaya ve
adlandırmaya çalışma aptallıklarıyla kurulmuş sanat kuleleri ancak boşlukla
yıkılabilir’ derken boşluğu bir tavır olarak ele alması ve tek başına bir
pozitif varlık kabul etmesi Avrupa sanatının dikkatini boşluğa vermesine sebep
olmuştur. Sıkışık ve zor akan araç trafiğinin genel resminde bir arabalık boş
yerin göründüğü fotoğraf karesi bu anlamda sanat eseri gibi değerlendirilirken
az önce çektirdiğimiz dişimizin ağzımızda oluşturduğu boşluk sanat olarak kabul
edilemez.
Boşluğu
önemsemek hatta sanat eserine konu etmenin ötesine geçip bizzat eserin kendisi
haline getirme arayışları 20. yy kaşıdığı bir sanatsal problem gibi görünse de
aslında ilk defa 12.yy da İşrakiler tarafından da ele alınmıştır. Endülüslü
İbn-i Tüfeyl o dönemde bakış ve algıyla var edilme düşüncesine karşı reddiye
yapmak için boşluğu işaret etmiş ‘boşluk
yokluk değil bizatihi varlığın kendisi, hatta estetiğin nihai halidir. Öyle ise
sen var etme aşkıyla bakıp boşluğu nasıl halk edeceksin’ demiştir.
Sanat ve
İnsan ilişkisinde çağlar boyu devam eden yolculukta kat edilen mesafe bu günden
bakıldığında üçüncü merhalesini tamamlamış dördüncü mertebesini aramaya
başlamıştır artık. Birinci olarak Sanatı, sanatçısına göre değerlendiren ilkel
sanat algısı bir süre sonra, sanatçıyı devre dışı bırakıp yalnızca sanatla
ilgilenen ikinci aşamaya geçmiştir. Nihayet gelinen üçüncü aşama ile hem
sanatçıyı hem de sanat eserini bir kenara bırakıp sadece sanatla ilişkisi olan
insanı ve onun algısını değerlendirme yoluna gitmiştir. Artık dördüncü
mertebesini aramaya başlayan sanat yolculuğu, en yakın ihtimalle Boşluğu mekan
edecek gibi görünmektedir. Bir sanat eseri için olmasaydı ortaya nasıl bir
boşluk çıkardı sorusunun kendisi bir sanat eseri olmasa bile bu sorunun
cevabını vermeye çalışan üretimlerin sanat olacağı kesindir. Bu meyanda boşluk
tek başına pozitif bir değer ifade eden sanatsal bir üründür ve her varlık
kendisi içinde bulunduğu boşluk üzere var eder önermesi ispatlanmak üzere gök
kubbeye salıverilebilir. İnsanlık mekan ve zamanın kısıtlayıcı lığından
kurtulmayı başarabilecekse eğer, bu boşluğun doğru tanımlaması ile olacak ve
şüphesiz bunu başlatan sanat olacaktır.
Erem Şentürk / Ağustos 2013
İlk yayın
Deve Dergisi / Ağustos 2013